5 Kasım 2010 Cuma

Hüzün Ağacı

Bitti.
O kadar zaman, o kadar uğraş iki heceye sığıverdi bir kaç dakikada. Ayrılıklar hep dramatik olurdu benim için. Benimle alakası olsun olmasın gözümden bir damla yaş akıverirdi. İnsanların birbirini terketmesi değildi üzen hiç bir zaman. O, kimsenin göremediği, kalplerdeki duygu dediğimiz kırıntıların savrularak etrafa dağılması, sanki tüm bağları koparılmış gibi öksüz kalmaları... Hep bunlar yakardı canımı, o his, sevgi, duygu artık neyse onların başına gelenler acıtırdı canımı.
Şimdiyse; kendime üzülüyorum. Baştan ayağa insanlık kılığına bürünmüş, his kırıntıları, aşk zerrecikleri, sevgi enzimleri vardı bedenimde, ruhumda. Sevgi, mutluluk değdikçe yaşardım, yenilenirdim ben de. Oysa şimdi susuzluktan kurumuş bir ağacın gövdesi gibi bedenim. Tüm bedeni çölde çürümüş kuş gibi yüreğim. Ne ben kaldı geriye, ne de bir yaşam tanesi.


İnanmadım hiç, yakıştıramadım ayrılığı gül ile bülbüle.Sen güldün, bense hiç susmayan bülbül. Neşeli kitap ayraçları gibi sıkıştırılmıştık hayatın belli sayfalarına. Sırf sen ve ben olduğumuz için, sırf biz olduğumuz için. Biz de değildi aslında. Ağaçtan koparılmış bir elmanın kırmızı tarafıydın sen, yeşil tarafıydım ben. Ama bir bütündük.


Kimliği belirsiz tarihlerde, faili çok da belirgin bir cinayete kurban ettik birbirimizi. Cesetlerimizin kimlikleri belirlenemedi. Siyahi bir hüznün, kızıl bir öfkenin için de ve hiç dinmeyen kahkalar eşliğinde...

Hiç yorum yok: